4 Ocak 2012 Çarşamba

O DEĞİLDE KIZIN ODUNU DA ÇEKİLMİYOMUŞ ARKADAŞ..... bakın ne anlatacağım;

o diilde kızın odunu da çekilmiyomuş arkadaş.....
bakın ne anlatacam;
 bundan yaklaşık üç ay kadar önce  harbi yakışıklı, böyle bilmem, bilirmisiniz,"Zac Efron" kıvamında bi abi geldi, manita adayı varmış,  çoğu yakışıklı erkek gibi az buçuk romantizm özürlü bir arkadaş olduğundan, nacizane benden yardım istedi. dedi ki "öyle bi romantik, öyle duygusal  hediye vereyim ki, ondan sonraki teklifimi reddedemesin...." sohbet sırasında ablanın fazlaca okur yazar çevresinden olduğunu öğrendim, okuyan insanın hoşuna gidebilecek türden bişeyler hazırlamaya başladım. niyetim başka bişeyler yapmaktı aa abi fikir verdi, şiir yaz dedi. ablanın adı Özlem'miş, gözleri maviymiş, esmermiş. yani anlayacağınız, benim için;ablada dehşet bir edebi malzeme vardı. eski ajandalardan daha öce başkalarına yazılanlardan bir derleme yapıp,adına mütakip  bikaç düzine de o şekil bi şeyler ekleyice  geçen ay itibariyle üzerinize afiyet 137 sayfalık bişey çıktı ortaya. bastırdık, süslettik, beceremem diyen abiyede  en alt zeka düzeyinden anlattık. yirmi dakika önce öğrendim ki bizim oğlan kızdan nefret eder hale gelmiş... sebebini sordum, " kitabı vermeden önce  içine de tek bir gül koydum verdim" dedi ( kitabın adını "özleme dair" yapmıştık ) kız almış, kapağına bakmış, içindeki gülü alıp koklamış, sayfalarını karıştırmış sonra demiş ki "filmini çeksinler de sen cd'sini alırsın..".meğer kızın okur tayfasıyla alakası yokmuş, genel itibariyle orada bulunan yaşlı amcaların yanındaki konu mankenliği görevini "üstleniyormuş" aslında......mankenmiş. tabi biz burada mankenlere laf atmıyoruz.hani bir kaç tanıdık bile çıkarabilirim o camiadan; İstanbul tayfasından, burada trajıkomik olan; hayatı boyunca  fiziki ve mali varlığı sebebiyle daha fazlası olmaya gerek duymayan, açıkçası her haliyle tavlama operasyonu yönetebilecek olan arkadaşın, hayatının kadınını bulduğunu düşündüğü andaki fiyaskosudur. bir  bizim oğlan başlamış küfre, tabi önce kendisine duygu senin neyine, sen baksana işine" diyerek.... biliyorum belki biraz saçma bi hikaye ama kelimesi kelimesine, harfiyen doğrudur. bu arkadaş şu an itibariyle  "duygusuz ama metalik gri bir porshe ile neler yapabileceğine bakmaya izmire soğru yola çıkmış bulunmakta

1 Ocak 2012 Pazar

Bu Yazma Merakı Nereden Geliyor Diye Düşünüyordum, Meğer Soyum Yaşadıklarını Anlatma İşini Bana Bırakmış...

Bugün kısa bir hikaye anlatacağım... zaman kavramı olarak 1900'lerin başı,yer Alanya'nın bir ilçesi,adı meçhul. Köy yerinde bir çekirdek aile yaşamaktadır. çiftçilik yapan bir adamın ailesinin hikayesi. çiftçi Amcanın adını Bilmiyorum Ama biz Mehmet amca diyelim... Mehmet amca  Bir yörük Ailesinin çocuğu ama göçmekten "yörümekten" sıkılmış ve yerleşmiş. yerleşme hikayesi de; yirmili yaşlara geldiğinde, civar yerleri dolaşmaya çıkmış yaz başında.  yıldızlı bir yaz gecesinin ortasına doğru, Alanya'nın bir köyüne yakın bir yerde konaklarken içine bir duygu düşmüş... endişe değil, korku hiç değil, umuda benzer ama tam o da değil, besmele çekip yüzünü semaya kaldırdığında  üç yıldızın birden kaydığını görmüş. şaşırsa da hayra yormuş bivakit geçtikten sonrada yatmış, uyumuş. Anlattığına göre  yüzünü hatırlamadığı biri elinde üç beyaz karanfille gelmiş, ilkini hemen vermiş,az bi süre bekledikten sonra ikincisini de vermiş, sonra tam dönüp gidecekken ikinci karanfili geri almış. bunun cefasını süreceksin ama bi gün sana dönecektir. Diğerini ise sen bir daha görmesen bile o her yerden görünecektir der. Mehmet amca, sabaha doğru hayretler içinde uyandığında şaşkınlığı uzun süre üzerinden atamaz. Yakındaki köye, bir kahve içip kendine gelmek için yola koyulur. Düşünmekten öyle dalgınlaşır ki, köye girdiğini bile fark etmez. kaldırıp etrafa bakındığında fark eder bunu, sonra  en yakınındakine kahvenin yerini sorar. sorduğu kişi de anlatmak için elini uzatıp az ilerde ki elinde büyükçe bir sepeti zorla taşımaya çalışarak yürüyen kızı gösterir. " bak onun olduğu yerden sağa dön az biraz git, solda büyük bir ağaç var, işte onun arkasında " diye tarif eder. tarif eder etmesine de, tarif ederken yardım olsun diye gösterdiği kız ne sorduğunu bile unutturmuştur Mehmet amcaya.koşar adım gider Mehmet amca, takip eder  bir süre,  az  biraz yürüdükten sonra seslenir, bilmesine rağmen kahvenin yerini sorar bir daha. Kız anlatmak için elindeki sepeti yere bıraktıktan sonra,döner, hareket ederken kaymış olan yazmasını düzeltmek için tamamen saçlarını çözer, o an siyah dalgalı, gür uzun saçları, simsiyah gözleri, konuşurken dahi belli olan gamzeleri  ve sıcacık ses tonuyla aklını başından alı verir Mehmet amcanın.Avucunun içiyle alnındaki teri sildikten sonra  işret ederek "orada kocaman bi ağaç var, işte onun arkasında" dediğinde  Mehmet amca bilinçsizce "senin adın ne" diye sayıklar. düzgün inci dişleriyle gamzeleri nispet beliren gamzeleriyle gülümser, utanır ve sepeti kaptığı gibi hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlar. uzaklaşırken bir kaç kez sendeler, her sendelediğinde arkasına bakar, aynı tebessümle..
    bu noktadan sonra bu hikayeyi özet geçeceğim, çünkü anlatmak istediğim asıl hikaye bu değil. mehmet amca kalır orada gidemez başta  sabah namazından öğle vaktine geçtiği yerde bekler onu uzun bi süre, yalnız bulamaz konuşmak için. bi süre sonra yanındakilere aldırmaksızın yolunu keser konuşur. nazlanma evresinen sonra kabul cevabını alınca tabiri caiz ise bana nakledildiğine göre " topukları bi taraflarına vura vura kendi ailesinin yanına kız isteme hazırlıkları için gider kısa bir süre sonra evlenirler köye yerleşirler. kısa süre sonrada bir kızları olur, adını Fatma koyarlar. Fatma annesine çeker, yetmez babasının endamını da alır. 17sine geldiğinde köyün en güzel kızı olmuş, hatta civar yerlerde de anlatılmaya başlamıştır. günlerden bir gün, bir bahar vakti, Fatma hastalanır, ateşi çıkar, halsizleşir. ilk bi kaç gün evde halletmeye çalışırlar. otlar, şifalı bitkiler denerler, fayda etmez, belki Nazardandır diyerek  hocaya götürürler, o da çözüm  getirmez, çareyi köyden şehre, doktora götürmekte bulurlar, artık başka yapılacak bir şey yoktur. at arabasını hazırlarlar bi güne yakın bir süreden sora hastaneye ulaşırlar.ilk muayeneden sonra pek ciddi bir durum bulunmaz, sonraları genç bir doktor hesapta olmadan gelir "bir de ben kontrol edeyim" der. bu genç doktor,  mesleğinde acemi sayılabilecek kadar yeni olmasına rağmen bu hareketinin temel sebebi Fatma'yı çok beğenmesidir. bir yalandan bir kaç kontrol hareketi yaptıktan sonra Mehmet amcaya dönüp, "kızınız çok hasta, öyle hasta ki hareket etmemesi lazım, en iyisi siz gidin ona giyecek bir kaç birşeyler hazırlayın da gelin" der. Mehmet amca ile eşi el mahkum yola koyulur, başks çare olmadığını duyunca.onlar yola çıktığında hocam dediği doktor aslında kızın bir şeyi olmadığı, bir iğneyle iyleşebileceğini söyler. genç doktor kabul eder, o iğneği kendisinin yapacağını söyler  ve Fatma'ya iğne yapar fakat bir değil, iki tane. ilki iyileşmesi için hocasının söylediği ilaç, diğeri çok şiddetli, uyku sağlayıcı bir ilaç,ikinci iğneyi de yaptıktan sonra Fatma'yı kullanılmayan bir odaya taşır, üşümemesi için üstnü örter kapıyı üstünden örter ve tekrar işine döner. ilk fırsatta  hastane yakınlarındaki mezarlığa gider ve bir mezarın üstünde kalınca bir defter yakıp küllerini toprakla karıştırtr. iki gün sonra Mehmet amca eşiyle geldiğinde,  genç doktor, yüzüne bir acı ifadesi takınarak " kızınız geldiğinde çok hastaymış, tedavisini bilmediğimiz bir hastalığı varmış, siz gittikten bir süre sonra kızınız malesef öldü. vücudunda da virüs olacağıdan korktuğumuz içinde yaktık. şu yakınaki mezarlığa da gömdük." der. beraberce mezar ziyaretinden sonra içi yansada Mehmet amca el mahkum köyüne döner.onlar döndükten sonra aynı gece Fatma'yı gece vakti çıkarır ve önce kaldığı eve, ordanda koy'a giderek balık tutmak için aldığı motorlu ir kayıkla ailesinin evine doğru yola çıkar. yolda uyanan Fatma'ya  "merak etme artık emin ellerdesin "der
Bir hafta kadar sonra,bu yolculuğun sonunda Fatma İstanbul- Üsküdar'daki bir yalıya gelin olarak geliş olur.
ve böylece babaannemin annsiyle  İstanbul maceramız başlar