28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yaşamak, buluttan bir atın üstünde süzülmek gibi, Atlamak gök kuşaklarının üstünden, Seninle olmak  hissetiriyor bunları, En derinine inmek denizlerin,Mavinin ötesine kadar çıkmak göklere, İnanılamayacak bir yerde, Nasıl ve nedenini bilmeden.......

14 Mart 2012 Çarşamba

"SELENE, THEPSİS, PHOEBUS VE GECE AÇAN ÇİÇEKLER" ÜZERİNE

......Hüzün memleketinden kaçarak  adı "GÜZELLİK diyarı" olan yere geldim önce. burası, geldiğim yere göre daha sade,daha sevimli, daha samimi, daha içtendi. Gösterişi, ışıltısı yoktu, kendi halinde mütevazi bir yerdi. Eksiklikleri ve fazlalıklarıyla anlaması zor bir çekiciliği vardı buranın ve bende kapıldım bu çekiciliğe. Aslında en başından beri, buraya ait olmadığımı hissediyordum. bilmeme rağmen karşı koyamadım, günler geçtikçe daha çok bağlandım. durum her geçen gün kötüleşti ve ben esir alınmış bir köle gibi acı çeksemde devam ediyordum. tam bu zamanlarda, gerçek hayallerin diyarından eksik olan parçamı tamamlamak için "SELENE" yani ay tanrıçası geldi. SELENE geldikten sonra düştüğüm yerden, -elimi toprağa koyup, kendimden güç alarak tekrar ayağa kalkmak- başarısını gösterdim. Ayağa kalktıktan sonra, etrafta nelerin olup bittiğini, nelerin değiştiğini anlamaya çalışırken yanıma Atina'da ödül kazanan  "THESPİS"  geldi, elini uzattı ve yol gösterdi. başarabileceğimden emin değilken SELENE, sendelediğim yerde yardım edeceğini söyledi. bu güçle yola girdim. gereksiz, boş ve hatta yanlış geçen zaman sebebi ve  güven eksikliğinin getirisiyle sadece ayaklarıma bakarak ilerliyordum yolda tekrar düşmemek için. SELENE bu şekilde devam etmemin yanlış olduğunu düşünmesine rağmen yara izlerimin derinliğini bildiği için ses çıkarmıyordu. bir süre aynı şekilde devam ettikten sonra THESPİS'in yanına dostları geldi. Artık yalnız değildik, SELENE'yi de  eskisi kadar yormayacaktım belkide. bu durum, az da olsa güven verdi bana, etrafa kaçamak bakışlar atmaya başladım, sadece ayaklarıma bakmaktan vazgeçerek. Bahar gelmişti, etraf yemyeşildi. Sendelemekten o kadar korkuyordum ki, etrafa bakmayı çok istememe rağmen tekrar sadece ayaklarıma bakmaya başladım.bu şekilde devam etmeye kararlıyken, "hey buraya bak" der gibi , bir çiçek kokusu sardı etrafımı, ciğerlerimi patlatırcasına... Kfamı tekrar kaldırdım,etraf kararmış, akşam çökmüştü. SELENE ayın üzerinden  bana gülümsüyordu, benim tek gördüğüm ise, yalnız geceleri açan, narin, beyaz çiçeklerdi. ay ışığında uçsuz bucaksız devam ediyordu çiçekler ufka doğru. ne yapacağımı bilmeden aralarında dolandım çiçeklerin, sonra SELENE yardım etti bana, ayışığında yaklaştım çiçeklere. İçimde; o parlak yıldızlı gecelerde, ateş başında dalgaların sesi eşliğinde anlatılan hikayeleri dinlerken heyecan duyan taze bir genç gibi hissediyordum kendimi. Ay ışığı tüm kusurları kapatıyordu, ben yaklaştıkça çiçekler bana dönüyor, kokuları daha da artıyordu, her şey  yolunda gidiyor ve ben bundan dolayı 'ufak bir çocuğun ilk hediyesini alışı gibi, yalnız bir yaşlının bayram vakti misafir karşılayışı gibi, bir annenin çocukluğunu ilk kez kucaklayışı gibi' mutlu hissediyordum kendimi.
yaza  doğru giden bir bahar gecesinin sürebileceği kadar sürdü mutluluk, hoş ama kısa.Sonra gün doğdu gene, kusurlar ortaya çıktı tekrar ve güzel kokulu çiçekler uzaklaştı, bütün çiçekler "PHOESBUS" a, Güneş'e döndü. SELENE fısıldadı, "bazaen bazı şeyler göründüğü gibi değildir..."
Zaman geçmiş vakit gelmişti,  gene beni yol bekliyordu. tıpkı bu hikaye gibi, başı ve sonu belli olmayan yol, gene "beni" bekliyordu....

2 Şubat 2012 Perşembe

Hayatın Garipliklerin Üzerine 'Bugün'lerden Bir Çerkez Masalı...

Hani klişe laflar vardır, "olmaz olmaz demeyin, olmaz olur", "yarın rüzgara benzer, ne getireceği belli değildir", "ne oldum değil ne olacağım" gibi terennümleridir.
bu sözü doğrularcasına yaşanan  bir olay var yakınlarda...
olayda geçen kişiler şu an itibariyle daha farklı ve daha mutlu bir yoldan gitmesi sebebiyle şahısların gerçekliklerini gizleyerek anlatıyoruz hikayeyi;
bir vardır, bir yoktur, Güzel ama yalnız bir ülkede Anadolu adında bir yer vardır. Anadolu'nun güzel bir şehrinde çalışkan, eğlenceli, sevimli bir kız yaşamaktadır, lise dönemindedir.çok sayıda olan arkadaşlarıyla günlerinin büyük kısmını eğlenceli şekilde geçirmiştir. bir gün laf arasında, şakayla karışık, arkadaşlarından biri tarafından, kendi okulunun çevresinden olmayan bir çocukla yakıştırılır, uzunca bir süre muhabbeti döner, gün sonuna doğru şakayla beraber düşüncede bitse de kısa bir süre sonra şaka gerçeğe dönüşür, tanışırlar. esmer Çerkez kız, bulunduğu coğrafyaya pek uymayan, açık kumral, gür bakımlı saçları canlı yeşil gözleri, ve hatta erkek kısmında pek nadide bi durumu  teşkil eden uzunca kirpikleri ve uzunca boyuyla az bulunur bu oğlana çok geçmeden vurulur. başlarda herşey çok güzeldir, kız böyle bir erkek güzeli bulduğu için, erkek te böylesine samimi birine dek geldiği için. çerkez kızı biraz özgür yetişmiştir, uzunca bir süre ailesinin tek çocuğu olmuş, on seneden sonra gelen kardeşlerinin gerçek anlamda haddinden fazla ilgi göstermiştir. konuya dönecek olursak, özgürlükle büyüyen kız, erkek güzeli tarafından haliyle, kıskanılmaya başlar, bu durum kısıtlamalara, dolayısıyla can sıkıntılarına neden olsa da, gerçekten aşık olan çerkez kızı her şeye rağmen ilişkisini devam ettirmek için özveride bulunarak ilişkinin devamı için çok uğraşıştır.
bu arada  sonra, güzel ama yalnız ülkenin gençleri eğitimlerine üniversite düzeyine devam etmek için sınava girer, başarılı olamayanlar ister pes eder isterse tekrar şanslarını denerler. sınavı kazananlar ise genel itibariyle tam olarak istediklerine ulaşamasalar da üç aşağı beş yukarı mutlu edeci bir duruma tekabül şekilde başarıları ödüllendirilir.
bir zaman geçer sonra,çerkez kızı da hazırlanır bu sınava,hazırlanırken iki kişilik hayaller çalışmasını sağlar aslında. önce çerkez kızı gidecektir üniversiteye, ertesi yıl özel eğitimli okulunu bitirecek olan erkek güzeli de yanına gelecektir. ama başında dediğimiz gibi çoğu sefer tam olarak istenilenin başarılamadığı bir sistem vardır o ülkede, sınava giren çerkez kızı hayallerin ilk adımında başarılı olur,  sınavda başarılı olan tarafa da geçmeyi başarır hemen. yakınlardaki önemli, büyük bir şehirde  önemli bir okula  girer, ertesi yılı beklemeye başlar daha senenin başından. ama oğlanı bir endişe sarmıştır olduğu yerden, uzaklardan, daha çok karışmaya kısıtlamaya çalışır çerkezi. bu duruma da katlanır çerkez, kabullenir.  sene sonunda ki en başında söylediğimiz  güzel ülkenin durumunun gerçekleşmesine bile göğüs gerer, erkek güzeli çerkezin şehrine değil uzaklarda başk bir balıkçı şehrine gidecektir. üzülseler de daha güçlü şekilde devam edecelerine inanırlar. çerkez bir ara okulunu bırakmayı düşünür, en baştan başlayıp, en sevdiğinin yanına gidebilmeyi düşünür, ama izin vermezler. uzaklıklar, yeni çevre insanları ve o özlem duygusu yıpratır çifti,  birbirlerinin şehirlerine ziyarete giderler, çoğu kez de çerkez kızı. bu durum notlara yansır biraz bocalamıştır, ama toparlayacaktır. üniversitenin ortalarına doğru şubat ayının ortasına doğru tekrar sevdiğinin yanına gider çerkez kızı özel bir günün yaklaşması sebebiyle elinde hediyesiyle. gittiğinde çocuk onu karşılar, gezer dolaşırlar, çerkez yakınlardaki o özel günü beraber geçirme planları yaparken çok der; "o gün ailem gelecek, gitmen lazım."  bu anlamsız istek karşısında çerkezin canı sıkılsa da kendine saklar, kabullenir döner kendi şehrine.
günlerce anlamaya çalışır durumu, yalnız yürüşler yapar ayazların şehrinde. bir akşam,bu şekilde düşünceler içindeyken telefon çalar, sevdiğindendir, hızla rahat konuşabileceği bir yere giderek açar telefonu "aşkım..." kısa bir sessizlikten sonra cevap gelir karşı taraftan, " uzaklıklardan, düşünmekten, özlemekten,kıskanmaktan ve kendime kızmaktan yoruldum, daha fazla devam edemem..." o an sonsuz bir boşluğa düşen çerkez kızı gene de belli etmez; "peki" der. ömrünün beş senesinin baş kahramanı artık yoktur. sonraları başka yerlerden, başka bir kızla başladığını, başlangıç tarihini de kendi ayrılıkları öncesinden bir tarih olduğunu öğrenir. çerkez kızı dağılmış yüreği gibi hayatını da dağıtır bir süre. bilinçsiz amaçsızca yaşar o dönem. sonra toparlama başlar yavaş yavaş ufaktan hayata döner, bu sıralarda telefon gene çalar, çerkez kızı telefonun karşısında şekeri elinden alınmış küçük, ağlak bir çocuk gibi konuşanı tanır, oğlan dönmek istemektedir tüm pişmanlığıyla. parçalarını toplasan da cam bir kez kırılmıştır artık, -hayır, olmaz-.

 yerinde durmayan zaman hızlıca geçer her zamanki gibi toparlanmaya çalışırken kendi memleketinde öğrencilik yapan bir genç bir şans ister çerkezden. Çerkez pek umutlu olmasa da şansı vermeyi kabul eder ve yeni bir sayfaya başlar. başladığı hikayenin önceki hikayeden daha güzel, daha istediği gibi olduğunu fark eder çerkez kızı. artık mutluluk vardır hayatında. bu mutlulukla bitirir okulunu, evine döner kendi şehrinde  ona mutluluğu verenle yanı paylaşır bir süre. diğer çocuğunda sıkça kendi şehrinde olduğunu duysada pek denk gelmezler çarşıda pazarda, yada başka herangi bir yerde. sonra öğrencilik hayatının verdiği özgürlük, ailenin iş baskısı derken öğrenimine devam etmeye karar verir. ve taa en başından lisede eğlenceli günlerini beraberce geçirdiği, düşünce ikizinin yanına gider, eğitimine devam etmek için bir kaç sınavdan daha geçek zorundadır, ama aynı zamanda hazırdır. sınavları başarıyla geçer, kendini kabul ettirir ve kolayca da sevdirir. kabul edildikten sonra kayıtt yaptırıp uzuca sayılabilecek bir süredir ayrı kaldığı sevdiğinin, mutluluğu ona hediye edenin yanına dönecektir artık. biraz zahmetli olsa da mesai saatinin sonuna doğru halleder işlerini, dömek için bilet alır, eşyalarını alıp sadece otobüse gitmek kalmıştır artık sadece, hava soğuktur, yürümeye üşenir, dalgın vaziyetteyken, önünden şehir servislerinden biri geçer, son anda fark ederek servise doğru koşmaya başlar. o an zaten kalabalık olan servisin şöförü kolaylık olsun diye arka kapıyı açar. çerkez kızı ve lise arkadaşı servise yetişir ilk adımda çerkez kızı biran duraksar, sonra boş bir yere bulur ve oturur, biraz dalgınlaşmıştır, lise arkadaşı bunu fark etse de yorgunluktandır diye düşünür.  durakta araç durur, bir kaç kişi iner inenlerden biri taşıdığı kolileri düşürür araçtan dışa doğru. bir iki durak sonra iyice boşalan araçta çerkezin yanına oturur arkadaşı, "iyice yoruldun" der çerkez kızının cevabı ise " o çantayı tanıdım" olur. "beyat bere ve beyaz atkılı çocuk, o çocuk, işte o..." kendisinden telefonla ayrılan çocuktur aslında araçtan inerken kolileri düşüren çocuk, çerkez kızını gördüğü için düşüren çocuk.
Doğduğu şehirde başladığı mutsuz sonla bitten hayatının ilk hikayesinin esas oğlanı doğup büydüğü ve hikayenin asıl yeri olan kendi şehrinde değil, çocuğun yada kızın şehrinde de değil arkadaşının ısarıyla geldiği ve aslında kalıp kalmama durumunu pek önemsemediği bu ufak  şehirde yüzleşir. yüreğinin kaybolan yarasıyla, ama artık iyileşmiştir, sendelesede yıkılmaz. çerkez kızının ve arkadaşıın ağzından aynı anda bir cümle dökülüverir araçtan indiklerinde,
"hayat çok garip........"

4 Ocak 2012 Çarşamba

O DEĞİLDE KIZIN ODUNU DA ÇEKİLMİYOMUŞ ARKADAŞ..... bakın ne anlatacağım;

o diilde kızın odunu da çekilmiyomuş arkadaş.....
bakın ne anlatacam;
 bundan yaklaşık üç ay kadar önce  harbi yakışıklı, böyle bilmem, bilirmisiniz,"Zac Efron" kıvamında bi abi geldi, manita adayı varmış,  çoğu yakışıklı erkek gibi az buçuk romantizm özürlü bir arkadaş olduğundan, nacizane benden yardım istedi. dedi ki "öyle bi romantik, öyle duygusal  hediye vereyim ki, ondan sonraki teklifimi reddedemesin...." sohbet sırasında ablanın fazlaca okur yazar çevresinden olduğunu öğrendim, okuyan insanın hoşuna gidebilecek türden bişeyler hazırlamaya başladım. niyetim başka bişeyler yapmaktı aa abi fikir verdi, şiir yaz dedi. ablanın adı Özlem'miş, gözleri maviymiş, esmermiş. yani anlayacağınız, benim için;ablada dehşet bir edebi malzeme vardı. eski ajandalardan daha öce başkalarına yazılanlardan bir derleme yapıp,adına mütakip  bikaç düzine de o şekil bi şeyler ekleyice  geçen ay itibariyle üzerinize afiyet 137 sayfalık bişey çıktı ortaya. bastırdık, süslettik, beceremem diyen abiyede  en alt zeka düzeyinden anlattık. yirmi dakika önce öğrendim ki bizim oğlan kızdan nefret eder hale gelmiş... sebebini sordum, " kitabı vermeden önce  içine de tek bir gül koydum verdim" dedi ( kitabın adını "özleme dair" yapmıştık ) kız almış, kapağına bakmış, içindeki gülü alıp koklamış, sayfalarını karıştırmış sonra demiş ki "filmini çeksinler de sen cd'sini alırsın..".meğer kızın okur tayfasıyla alakası yokmuş, genel itibariyle orada bulunan yaşlı amcaların yanındaki konu mankenliği görevini "üstleniyormuş" aslında......mankenmiş. tabi biz burada mankenlere laf atmıyoruz.hani bir kaç tanıdık bile çıkarabilirim o camiadan; İstanbul tayfasından, burada trajıkomik olan; hayatı boyunca  fiziki ve mali varlığı sebebiyle daha fazlası olmaya gerek duymayan, açıkçası her haliyle tavlama operasyonu yönetebilecek olan arkadaşın, hayatının kadınını bulduğunu düşündüğü andaki fiyaskosudur. bir  bizim oğlan başlamış küfre, tabi önce kendisine duygu senin neyine, sen baksana işine" diyerek.... biliyorum belki biraz saçma bi hikaye ama kelimesi kelimesine, harfiyen doğrudur. bu arkadaş şu an itibariyle  "duygusuz ama metalik gri bir porshe ile neler yapabileceğine bakmaya izmire soğru yola çıkmış bulunmakta

1 Ocak 2012 Pazar

Bu Yazma Merakı Nereden Geliyor Diye Düşünüyordum, Meğer Soyum Yaşadıklarını Anlatma İşini Bana Bırakmış...

Bugün kısa bir hikaye anlatacağım... zaman kavramı olarak 1900'lerin başı,yer Alanya'nın bir ilçesi,adı meçhul. Köy yerinde bir çekirdek aile yaşamaktadır. çiftçilik yapan bir adamın ailesinin hikayesi. çiftçi Amcanın adını Bilmiyorum Ama biz Mehmet amca diyelim... Mehmet amca  Bir yörük Ailesinin çocuğu ama göçmekten "yörümekten" sıkılmış ve yerleşmiş. yerleşme hikayesi de; yirmili yaşlara geldiğinde, civar yerleri dolaşmaya çıkmış yaz başında.  yıldızlı bir yaz gecesinin ortasına doğru, Alanya'nın bir köyüne yakın bir yerde konaklarken içine bir duygu düşmüş... endişe değil, korku hiç değil, umuda benzer ama tam o da değil, besmele çekip yüzünü semaya kaldırdığında  üç yıldızın birden kaydığını görmüş. şaşırsa da hayra yormuş bivakit geçtikten sonrada yatmış, uyumuş. Anlattığına göre  yüzünü hatırlamadığı biri elinde üç beyaz karanfille gelmiş, ilkini hemen vermiş,az bi süre bekledikten sonra ikincisini de vermiş, sonra tam dönüp gidecekken ikinci karanfili geri almış. bunun cefasını süreceksin ama bi gün sana dönecektir. Diğerini ise sen bir daha görmesen bile o her yerden görünecektir der. Mehmet amca, sabaha doğru hayretler içinde uyandığında şaşkınlığı uzun süre üzerinden atamaz. Yakındaki köye, bir kahve içip kendine gelmek için yola koyulur. Düşünmekten öyle dalgınlaşır ki, köye girdiğini bile fark etmez. kaldırıp etrafa bakındığında fark eder bunu, sonra  en yakınındakine kahvenin yerini sorar. sorduğu kişi de anlatmak için elini uzatıp az ilerde ki elinde büyükçe bir sepeti zorla taşımaya çalışarak yürüyen kızı gösterir. " bak onun olduğu yerden sağa dön az biraz git, solda büyük bir ağaç var, işte onun arkasında " diye tarif eder. tarif eder etmesine de, tarif ederken yardım olsun diye gösterdiği kız ne sorduğunu bile unutturmuştur Mehmet amcaya.koşar adım gider Mehmet amca, takip eder  bir süre,  az  biraz yürüdükten sonra seslenir, bilmesine rağmen kahvenin yerini sorar bir daha. Kız anlatmak için elindeki sepeti yere bıraktıktan sonra,döner, hareket ederken kaymış olan yazmasını düzeltmek için tamamen saçlarını çözer, o an siyah dalgalı, gür uzun saçları, simsiyah gözleri, konuşurken dahi belli olan gamzeleri  ve sıcacık ses tonuyla aklını başından alı verir Mehmet amcanın.Avucunun içiyle alnındaki teri sildikten sonra  işret ederek "orada kocaman bi ağaç var, işte onun arkasında" dediğinde  Mehmet amca bilinçsizce "senin adın ne" diye sayıklar. düzgün inci dişleriyle gamzeleri nispet beliren gamzeleriyle gülümser, utanır ve sepeti kaptığı gibi hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlar. uzaklaşırken bir kaç kez sendeler, her sendelediğinde arkasına bakar, aynı tebessümle..
    bu noktadan sonra bu hikayeyi özet geçeceğim, çünkü anlatmak istediğim asıl hikaye bu değil. mehmet amca kalır orada gidemez başta  sabah namazından öğle vaktine geçtiği yerde bekler onu uzun bi süre, yalnız bulamaz konuşmak için. bi süre sonra yanındakilere aldırmaksızın yolunu keser konuşur. nazlanma evresinen sonra kabul cevabını alınca tabiri caiz ise bana nakledildiğine göre " topukları bi taraflarına vura vura kendi ailesinin yanına kız isteme hazırlıkları için gider kısa bir süre sonra evlenirler köye yerleşirler. kısa süre sonrada bir kızları olur, adını Fatma koyarlar. Fatma annesine çeker, yetmez babasının endamını da alır. 17sine geldiğinde köyün en güzel kızı olmuş, hatta civar yerlerde de anlatılmaya başlamıştır. günlerden bir gün, bir bahar vakti, Fatma hastalanır, ateşi çıkar, halsizleşir. ilk bi kaç gün evde halletmeye çalışırlar. otlar, şifalı bitkiler denerler, fayda etmez, belki Nazardandır diyerek  hocaya götürürler, o da çözüm  getirmez, çareyi köyden şehre, doktora götürmekte bulurlar, artık başka yapılacak bir şey yoktur. at arabasını hazırlarlar bi güne yakın bir süreden sora hastaneye ulaşırlar.ilk muayeneden sonra pek ciddi bir durum bulunmaz, sonraları genç bir doktor hesapta olmadan gelir "bir de ben kontrol edeyim" der. bu genç doktor,  mesleğinde acemi sayılabilecek kadar yeni olmasına rağmen bu hareketinin temel sebebi Fatma'yı çok beğenmesidir. bir yalandan bir kaç kontrol hareketi yaptıktan sonra Mehmet amcaya dönüp, "kızınız çok hasta, öyle hasta ki hareket etmemesi lazım, en iyisi siz gidin ona giyecek bir kaç birşeyler hazırlayın da gelin" der. Mehmet amca ile eşi el mahkum yola koyulur, başks çare olmadığını duyunca.onlar yola çıktığında hocam dediği doktor aslında kızın bir şeyi olmadığı, bir iğneyle iyleşebileceğini söyler. genç doktor kabul eder, o iğneği kendisinin yapacağını söyler  ve Fatma'ya iğne yapar fakat bir değil, iki tane. ilki iyileşmesi için hocasının söylediği ilaç, diğeri çok şiddetli, uyku sağlayıcı bir ilaç,ikinci iğneyi de yaptıktan sonra Fatma'yı kullanılmayan bir odaya taşır, üşümemesi için üstnü örter kapıyı üstünden örter ve tekrar işine döner. ilk fırsatta  hastane yakınlarındaki mezarlığa gider ve bir mezarın üstünde kalınca bir defter yakıp küllerini toprakla karıştırtr. iki gün sonra Mehmet amca eşiyle geldiğinde,  genç doktor, yüzüne bir acı ifadesi takınarak " kızınız geldiğinde çok hastaymış, tedavisini bilmediğimiz bir hastalığı varmış, siz gittikten bir süre sonra kızınız malesef öldü. vücudunda da virüs olacağıdan korktuğumuz içinde yaktık. şu yakınaki mezarlığa da gömdük." der. beraberce mezar ziyaretinden sonra içi yansada Mehmet amca el mahkum köyüne döner.onlar döndükten sonra aynı gece Fatma'yı gece vakti çıkarır ve önce kaldığı eve, ordanda koy'a giderek balık tutmak için aldığı motorlu ir kayıkla ailesinin evine doğru yola çıkar. yolda uyanan Fatma'ya  "merak etme artık emin ellerdesin "der
Bir hafta kadar sonra,bu yolculuğun sonunda Fatma İstanbul- Üsküdar'daki bir yalıya gelin olarak geliş olur.
ve böylece babaannemin annsiyle  İstanbul maceramız başlar